
Fenoreporter yazarı Ebru Bozcuk kaleme aldığı yazısında 'Göz Yaşı Şişesi' ile ilgili ilginç ifadeler kullandı.
Fenoreporter yazarı Ebru Bozcuk kaleme aldığı yazısında 'Göz Yaşı Şişesi' ile ilgili ilginç ifadeler kullandı.
İşte Ebru Bozcuk'un o yazısı;
Kadınların, hayatını kaybeden eşleri için akıttıkları gözyaşlarını sakladıkları şişeler hem tarihe hem de aşkın geçmişine ışık tutuyor.
Burdur Arkeoloji Müzesini gezerken ilgimi çeken bu şişelerin geçmişini araştırmak istediğimde tarihinin M. Ö. 400 yılına kadar dayandığını öğreniyorum.
Gözyaşının mikroskop altındaki görünüşü incelendiğinde evrenin görüntüsüyle aynı olduğu ortaya çıkmış.
Toprak altında yüzyıllardır bekleyen o şişeler, yıllar sonra ortaya konulan bu bulgu sayesinde evrende bir olma ya da bir gün bir yerde buluşulacağına dair garip ama rahatlatıcı bir hissin uyanmasına sebep oluyor bende...
Bu hikaye antik döneme kadar uzanıyor. Sonrasında Yunan, Roma, Pers, Mısır ve Frigya uygarlığında da aynı ritüel devam ediyor.
Bu dönemde ölüye saygı ve üzüntülerini belirtmek amacıyla şişelerin içine gözyaşlarını biriktirdiklerini ve ardından mezarlara konulduğu biliniyor. Bu geleneğe, bir nevi gidene bağlılığı bildirme ritüeli de diyebiliriz.
Biriktirilen gözyaşı şişesi tıpa ile kapatılıyor ve buharlaşması engelleniyor.
Buharlaşıp yok olduğunda ise yas bitiyor.
Bir anlamda yası , kederi üzüntüyü ve en mühimi bağlılığı içinde saklamak anlamına da geliyor.
Yapılan bazı arkeolojik araştırmalarda bu şişelerde gözyaşından ziyade kokulu yağlar olduğu ortaya çıkarılsa da gözyaşı içerdiğine dair söylemler hala mevcuttur.
Kullanılış amacı her ne olursa olsun, bu incelikli halin tüm insanlık için özlenen ve değer gören bir ritüel olduğu aşikar. Acının, yasın içinden geçen bir çoğumuz için atalarımızdan kalma böyle bir geleneğin varlığı bize iyi gelen bir hal diye düşünüyorum.
Gözyaşı şişelerine ait dinsel referanslar da mevcut. Mesela İncil'de Hz. Davut'un, tanrıya dua ederken bir şişede gözyaşı topladığına atıfta bulunulur.
Böylelikle tanrının, insanların acılarını her zaman hatırladığına inanıldığı dile getirilir.
Osmanlı döneminde de gözyaşı şişelerinin varlığına kayıtlarda rastlanılmıştır ki bu şişeler Topkapı ve Dolmabahçe sarayında sergilenmektedir.
Tüp biçimli ve yeşilimsi camdan yapılan bu şişeler Roma'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi Anadolu 'da da cam üflemeciliğinin erken uygulamalarını yansıtır.
Bence arkeolojik buluntular arasında ele geçen en kederli ve şiirsel kaplardır gözyaşı şişeleri...
Yas tutanların, gidenle böyle bir ilişki kurma hali kelimelerle ifade edilemeyecek kadar naif bir hal.
Pagan dönemde de aynı ritüeli görüyoruz.
Ölenlerin ya da sefere gidenlerin arkasından dökülen yaşların toplandığı şişeler, ölenin arkasından mezar odasına bırakılır ve sevgisini belirtmek amacıyla seferden dönene de hediye edilirdi
Bu ritüel bir nevi yasın, acının vücut bulmuş hali bence. Bedeninden söküp gelen bir parçayla bir olma hali...
Gözyaşı ile yürekten yazılan ağıt sevgiliye saklanıyor ve bir gün buharlaşıp gitse de yüreklerde izi kalıyor.
Ve yüzyıllar sonra aşkın, sevginin, vefanın büyülü gücünü yeşilimsi küçük bir cam şişe ile bizlere yeniden hatırlatıyor.
O gözyaşı ki acıyı da, sevinci de aynı yerde ifade edebiliyor.
Camın verdiği şeffaflık; duyguların gizlenmeden gösterilmesine, kırılganlığı da incinme duygusuna bir gönderme olarak sembolik bir anlam taşıyor olabilir.
Bu şişelerde atalarımızın acıları, vedaları var ve bence çok kıymetliler.
Bir rivayete göre de dertli, kederli insanlar gözyaşlarını bu şişede biriktirip dere, nehir gibi akıp giden sulara atarlarmış. Dertlerinin de bu şekilde akıp gideceğini, sona ermesini beklerlermiş. Görüldüğü üzere, suyun azizliği her daim kadim bir bilgi.
Ölen kişi için dökülen yaş ne kadar çok olursa, öteki dünyada daha çok önemsendiğine inanılıyor.
Hatta Romalılarda cenaze boyunca ağlayıp bu şişelere gözyaşı doldurarak para kazanan kadınların olduğu yazılıyor.
Bu bilgiye ulaşınca bizim Anadolu'da bazı yörelerde dövünerek ağlayan kadınların cenazeye davet edildiğini ve durmaksızın ağladıklarını hatırlıyorum ve bazı adetlerin zamanlar ötesi devam etmesine şaşırıyorum.
AŞK ın mayasında gözyaşı olduğu aşikar. İlkbahar rüzgarıyla gelen o sonsuz coşku ne yapar eder yerini hazana bırakır ve o aşk gözyaşı ile kutsanır ki aşk o zaman aşktır...
Ne yazık ki artık ne bu incelikler ne de o eski aşklar yok. Kimse artık birbirinin ardından prangalar eskitmiyor. Bu hali, büyük usta Nazım’ın Piraye için yazdığı şiirde ne güzel anlıyoruz.
"Seni asarlarsa, seni kaybedersem diyorsun
Yaşayamam
Yaşarsın karıcığım
Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda
Yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı
En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı"
Bu sözün üstüne söz söylenir mi bilmiyorum fakat sadece şunu dileyebilirim.
Gözyaşlarımızın kayıp ve özlem yüzünden değil de sadece çok sevindiğimiz anlarda akmasını dilesem de eğer o gözyaşı aşk için akacaksa aksın zaten diyerek tüm atalarımıza selam gönderiyorum.
Ebru BOZCUK